29 Ağustos 2013
30 Ağustos'un Günümüzdeki Anlamı
Tarihte pek az savaş 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan
Muharebesi kadar önemli sonuçlar doğurmuştur. Orada yenilen sadece Yunan
Orduları değil, aynı zamanda 1. Dünya Savaşı'nın tüm galip ve mağrur
ülkeleridir. Bu savaşın Anadolu açısından önemiyse, Batı'nın bu topraklar
üzerinde kurmak istediği kukla birer devleti; Kürdistan ve
Ermenistan'ı kurma hayallerini Ege'nin sularına gömen savaş
olmasıdır.
Bu savaşın sonunda Yunanistan'da hükümet istifa
etmiş, hezimete uğrayan Yunan ordusundan arta kalıp ülkelerine dönebilenler
Atina'da darbeyapmışlar ve yönetime "Albaylar Cuntası" el koymuş, bu
maceraya karar verip Yunan ulusunun onurunu dünya önünde kırdıkları
suçlamasıyla harekâta katılan komutanlar ve hükümet üyeleri, 'Başbakan
Gunaris' dahil, kurşuna dizilmiştir.
Bu savaşın sonunda İngiltere'de hükümet istifa edecek, Başbakan Lloyd George İşçi Partisi'nin hesap sorması üzerine, bu
mağlubiyetten İngiltere olarak kendi payına düşen sorumluluğu kabul edip
Parlamento'ya istifasını sunarken yaptığı konuşmada ; "...Yüzyıllar
nadiren dâhi yetiştirirler. Şu talihsizliğimize bakın ki 20. Yüzyılda bu
dâhi, Türkiye'den çıktı. Mustafa Kemal'i yenemedik..."
diyecektir.
Bu savaşın sonunda gelen zafer Sevr'e giden yolu
tıkayacak, Lozan yolunu açacak, böylece emperyalist Batı'nın Anadolu
topraklarında kurmayı planladığı birer kukla devlet, Kürdistan ve
Ermenistan hayali binlerce şehidin kanı pahasına tarihe gömülecektir.
Süngüyle çizdiğimiz sınırlarımız içindeki bugünkü birliğimizin bedeli işte o
günkü şehitlerimizin kanı; gazilerimizin gayreti, vatan sevgisi, iman gücü;
milletimizin bağımsızlık aşkıdır.
Bu sonuç elbette kolayına alınmamıştır. Düşman önce
Sakarya'da durdurulmuş ama topyekûn seferber olan millet bu esnada da varını
yoğunu tüketmiştir. Yunanlıların 16.000'i ölü olmak üzere toplam 46.000
zayiatına karşı, Türk ordusu, şehit ve yaralı olarak Sakarya'da 26.000 zayiat
vermiştir. Birlik mevcutlarına göre er zayiat oranı %35-40, subay zayiat
oranı ise % 70-80 arasında olmuştur. O yüzden Sakarya Savaşı'na "Subay
Savaşı" denir. O nedenle de mağlup olan Yunan ordusunun geri çekilmesine
engel olunamamış, bu bile TBMM'nde eleştiri konusu
yapılmıştır.
Oysa Sakarya cephesinde işlerin kritik bir noktaya
gitmesi üzerine Meclis tarafından ordunun başına geçmesi istenildiğinde
Mustafa Kemal , "geçerim ama Meclis yetkisi" isterim demişti ve büyük tepki
görmüştü. Bu yetkiyi alırsa, yazdığı her metin "yasa" hükmünde olacak ve
derhal uygulanacaktı. Çünkü bir 'var olma' - 'yok olma' savaşı yönetecekti.
Meclis'ten her defasında onay beklemeye vakti olmayabilirdi. Milletvekilleri
ise "... Ya çıkaracağı bir yasayla diktatörlüğünü ilan ederse !.." diye
endişe ediyorlardı. Sonunda her üç ayda bir yeniden oylamak şartıyla, bu
yetkiyi verdiler. O nasıl bir diktatördü ki, Meclis onunla pazarlık
yapabiliyordu? Tarihte hangi diktatör, Meclis kararlarına saygı göstermiştir?
Zaten, bir başka kurumun iradesine boyun eğiyorsa, ona nasıl diktatör
denebilir ki?
Mustafa Kemal bu yasaları oturdu, yazdı... Bu yasalara "Tekâlifi Milliye" (Ulusal Yükümlülük) yasaları denir ve 10
tanedir.
"Ya başımıza diktatör olursa!..." diye çekinilen
Mustafa Kemal'in kaleme aldığı ilk yasa şudur:
"Nüfusu 10.000 olan
yerleşim birimlerindeki her hane birer kat iç çamaşır, birer çift çorap ve
çarık hazırlayıp Tekâlifi Milliye Komisyonu'na (Ulusal Vergi Kurulu)
verecektir".
Başkomutan böyle bir yasayı çıkarmak zorundadır çünkü 'Sakarya'daki Mehmetçiğin ayağında çarığı yoktu'. Ama sarsılmaz bir iman
gücü, inanılmaz bir vatan sevgisi, sınırsız bir bayrak saygısı, çağlardan
beri geleneksel olarak hep vardı. Şimdi ise hedef uzundu, hedef yamandı,
hedef Akdeniz'di. Mehmetçik sağlam bir çarığı hak
ediyordu.
Orduyu ve milleti tam bir yıl nihaî zafer için seferber
eder ve hazırlar. Zamanı gelince de Meclis'e bile haber vermeden gizlice
cepheye gider. Son hazırlıklar Şuhut'ta son bir kez bir daha gözden
geçirilir. Nihayet 25 Ağustos Cuma günü gece yarısı Meclis 2. Başkanı Rauf
Bey'e telgraf çeker : "Rauf Bey, derhal Meclis'i toplantıya çağırınız
ve bildiriniz. Ordularımız yarın sabah 05.30'dan itibaren taarruza
kalkıyor. Allah yardımcımız olsun, ordularımızı muzaffer
kılsın!.."
O andan itibaren Anadolu'nun tüm Dünya ile iletişimi
kesilir, bütün telsiz ve telefon hatları kapatılır. Artık hesap günüdür ve
bir dış müdahalenin önüne geçilmesi için her tedbir alınmıştır. Topçu
atışıyla başlayan taarruz yıldırım gibi gelişir. Fahrettin Altay Paşa'nın
5.000 kişilik Süvari Kolordusu (5. Kolordu) Ahır Dağı'nı dolaşıp çevirme
hareketini başarıyla gerçekleştirirken, geri kalan 192.000 kişilik ordunun
tamamı piyadedir, yani koşar. Elinde süngü, sırtında 17 kilo yük, vuruşa
vuruşa koşar. Ölümün üstüne gözünü kırpmadan koşar. Afyon -İzmir arası kuş
uçuşu 400 km.dir. Karadan ve muharebe sahasının engebeleri dikkate alınırsa,
560 km. Ordu bu mesafeyi 10 günde koşar. Mehmetçik belli ki her gün bir
maraton koşar ve on günde de ardı ardına on maraton...
Nasıl mı koşar? Elbette koşar, çünkü bilir ki,
Başkomutan Mareşal Mustafa Kemal de en ön saflarda ve ateş hattının
içindedir. Ordu'yu Dumlupınar'da Zafer Tepe'den yönetmektedir. Savaşın en
sıkışık bir anında 57. Tümenin hedefine ulaşamadığını görmüştür. Telefona
sarılır. Tümen Komutanı Yb. Reşat (Çiğiltepe) Bey karşısındadır. -Reşat
Bey, henüz hedefinize ulaşamadınız. Bu durum harekâtı yavaşlatıyor ve riske
sokuyor.
-Yarım saat sonra hedefimize ulaşmış olacağız Paşam.
Aradan yarım saat geçmiş ama Çiğiltepe düşmemiştir. Son derecede sarp olan bu tepeyi bir Yunan Makineli tüfek birliği savunmaktadır. Paşa yeniden telefondadır. Karşısına Tümen Komutanının Emir Subayı çıkar: "Paşam, Tümen Komutanım az önce intihar etti. Size bir not bıraktı. Okuyorum: Notta yazılan kısacık bir cümledir: "Yarım saat dedim, size söz verdim. Sözümde duramadım. Artık yaşayamam." Oysa çok kısa bir süre sonra tepe düşecektir. Yarbay Reşat Bey'in rütbesi Albaylığa yükseltilecek ve ilerde de bu şehit düştüğü tepenin adı, soyadı olarak kendisine verilecektir.
-Yarım saat sonra hedefimize ulaşmış olacağız Paşam.
Aradan yarım saat geçmiş ama Çiğiltepe düşmemiştir. Son derecede sarp olan bu tepeyi bir Yunan Makineli tüfek birliği savunmaktadır. Paşa yeniden telefondadır. Karşısına Tümen Komutanının Emir Subayı çıkar: "Paşam, Tümen Komutanım az önce intihar etti. Size bir not bıraktı. Okuyorum: Notta yazılan kısacık bir cümledir: "Yarım saat dedim, size söz verdim. Sözümde duramadım. Artık yaşayamam." Oysa çok kısa bir süre sonra tepe düşecektir. Yarbay Reşat Bey'in rütbesi Albaylığa yükseltilecek ve ilerde de bu şehit düştüğü tepenin adı, soyadı olarak kendisine verilecektir.
İşte ER'inden SUBAY'ına "Kemal'in Askerleri"
böylesine cesur, böylesine kahramandırlar ve Mustafa Kemal'e dün de, bugün de, yarın da böylesine ölümüne bağlıdırlar. O bağlılık bize bu coğrafyayı Vatan
kıldı. Üzerinde, onurla, gururla, başımız dik yaşayalım diye. Didişelim
diye değil... Bunun kıymetini bilelim.
Zafer Bayramı hepimize kutlu olsun...
Çünkü o zafer hepimizin.
Yrd. Doç. Dr. Orhan Çekiç, Maltepe
Üniversitesi
''Bu yazı internetten alıntılanmıştır.''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder